Mekke
kendini tanıyamadı
Kabe’yi
göremeyince haritada
Göğsüne
bir ağrı saplandı arzın
İnsanlık
kalp krizi geçirdiğinden
Cihannümada
öteye beriye
Uzun
tüylü bir acıyı
Kovalıyorum
sene dört mevsim
Sınır
telleri tanımayan güvercinler
Kelime
sürüsü dönüp durur dilimin ucunda
Ordular
geçiyor defterimde
Toprağım
kaç devlete bölünmüş
Adalet
kurulup kurulup yıkılan otağ
Yeryüzü
el altında artık
Gökyüzü
de ayak altı
Yabancı
masada çizilen haritalar başka
Şimdi
ben atlası okuduktan sonra
Hangi
türküyü çağıracağımı biliyorum
Boğulmuş
sesimle
Çaresizliğimizi
bir ucundan
Hafif
kaldırınca işte secdemiz huzurda
İki
parmak arasında bir sevda
Korkuyla
umut tutuyor kalpleri ayakta
Saf
tutmuşuz bir ucundan dünyanın öteki ucuna
Milyonlarca
at bir ovayı tepelerken
Soluk
soluğa aşarken bir dağı
Yelelerinden
ter damlayan
Kabe’ye
doğru kaçarken ruhlarımız
Dişleri
parlayan tay hangi çocuğun içinde
Bayramlık
giysileriyle hayat
Kuşanırken
en mavisini ölümün
Ebabil toplayarak geldim öteden beriden
Beş kez akıyoruz her gün
Ebabil toplayarak geldim öteden beriden
Beş kez akıyoruz her gün
Yeryüzünün
tüm köşelerinden tek noktaya
İşte
burada gurbet maceramız
O
ünlü seyahatname
Bu
nasıl yaprak dağdan dağa koşuşturma
Halklar
aynı ama ülke adları ne çok değişmiş
Medine
savunması sona erince
Kudüs
kan gölü
İstanbul
uzamış bozgun uykusu
Bağdat
ve Şam artık babaocağına dönememek
Yeryüzünün
beş duyusundan kulağı
Seferlerim
havadan karadan ve denizden
Kırmızıda
boğulunca
Yeşilde
dünyaya yeniden geliyorum
Ve
mavide boy atıyorum kıyamet gününe kadar
Bir
ayağım çölde yandı
Denizlerde
kaydı bir ayağım
Ne
o beyaz geceler var tarih sahnesinde
Ne
de o kara seneler dağılıp giden bulut
Nasıl
yaprak bu böyle maske dolu
Altın
utanç tabakaları yüzümüzde savaş görmemiş paşalardan
Gümüşi
lekeler sürülmüş alnımıza yenilmiş sayılan ordulardan
Artık
kayıtları bir köşede alkışsız açıyorum
Ne
nedenleri unutulur aldanışların ne sonuçları
Korkunun
üstüne kalktım ki
Ormanlar
kış uykusunda ovalar kaçıncı rüyada
Irmaklar
arada bir deliyor uykusunu
Yıl
on iki ay ölümleri umursamıyor
Mekke’nin kızları şehirler iki asırdır ölü
Mekke’nin kızları şehirler iki asırdır ölü
Kuran’ı
birkaç ağaç içinden okuyor
Ayetlere
karışırken kuşlar bir tarihi caminin avlusunda
Bahar
hazır dünyanın göğsüne göğsüne vurmaya
Acının
üstüne kalktım ki
Sabra
sığmaz bir Cuma akşamı bu köşesinde aymazlığın
Terk
edilmiş kamusta adlar
Kadim
sıfatlar eylemler filiz vermiş
Diriliş
göğsüne vuruyor her şeyin
Kağıdın
göğsüne vuruyor toprağın bile
Bu
gece şair çöpe atmamış yazdıklarını
İşte
mucize temizlendi kanım
Masadaki
haritaya aktı damar damar
Senin
bakışın bir çığdır
Önümüzden
büyük ağaçlarıyla
Kayalarıyla
yuvarlanan içimize
Yüreklerde
büyük heyelan
Aynaların
gıyabında
Zilletimize
boşalan yağmurdan sonra
Toprak
kokan esmerliğim haklıdır geceleri
Gündüz
de ışıksız gözlerim
Haritaya
bakmaya yürek mi dayanır
Kanımı
kana kana akıttığım topraklar işte yeminimizde
Kitabın
altında bayrağın altında ve silahın
Ya
halife başa
Ya
akbabalar kuzgunlar leşe
Bütün
servetimiz özgürlüğümüz
Kitapla
silah kanatlanıyor ellerimizde
Uygarlık
kaçkınıyız gözlerinde
Ormana
desturlu sığınmışız
Rüzgarda
sakalımızı savura savura
Başımızda
kefen ulu sarık
Gözlerimiz
gecesi çalınmış yıldızlar
Kıtaları
almışız cübbemizin altına
Dağdayız
ateşin başında bir ağustos gecesi
Tevhit
kelimesini parçalayıp sürüyoruz bin bir yaramıza
Varım
yoğum bu destan
Gözyaşının
ardında saklı çığlıkla
Kaç
ufuk çizgisi kırıp döktük
Güzel
günler ertelenmiş bu savaşın sonuna
Sakın
serinleme kalbim
Çıkarma
keder çarığını
Umut
asanı atma bir kenara
Haritada
gözpınarını kaynat hasretin
Parmaklarım
bir avuç güvercin olarak
Ellerim
yakarışta katarına katılıyor göçmen kuşların
Kelimeleri uçuruyorum uzaklara
Kelimeleri uçuruyorum uzaklara
Yukarılara
andımızı
Ölüm
ötesine taşınmaz hiçbir şeyi
Tutmadım
gönlümde yanımda
Gülüşümün
ardında saklı fırtına öncesi
Sevdanın
harcını karan sükutta
Allah’tan
aldığım kadar temiz mi verdiğim soluk
Dağlar rahmet ateş ve deniz imtihan
Dağlar rahmet ateş ve deniz imtihan
Ve
kan varken aşkla kaynayan
Şakaklarım bir sokak gibi uğuldarken
Şakaklarım bir sokak gibi uğuldarken
Şehirleri
Mekke’ye bağlayan
Şaşıyorum akışına ırmakların köprünün altında
Dil ve Edebiyat Dergisi, Ocak 2013, Sayı:49.
Şaşıyorum akışına ırmakların köprünün altında
Dil ve Edebiyat Dergisi, Ocak 2013, Sayı:49.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder