Yolculuğum bir göz açıp
Kapama elli yıl
Vapur sirenleri
Sabah ezanlarına karışmakta
Üsküdar’da iskeleyi sis sarmış
Kaç kez ver elini Haydarpaşa demişim kim bilir
Kaç kez trende unuttum tahta bavulumu
Andaçlar öyle gitti ve mektuplar
Eşref saatimde diyorum ki
Her seferinde İstanbul’dan bin bir parça
Hayal kırıklığı götürmemi kafama takmamalıyım
İçim dumanlıyken de diyorum ki önce Boğaziçi’ni
İskeleleri yüzyıllık çınarları
Kubbeleri gönlümden atmalıyım
İçimde
turnaları uyanmış Mekke’nin Medine’nin
Yerli
yerinde kıtalar denizler
Demir köprülerden geçmiştir trenler
Kar altındaki bir bozkır köyünde gece
Bir elin parmakları kadar evin ışığı yanmıştır
Alnım dayalı diye pencerede
Bu
yüreğe bu kadar acı fazla dersin bazen kendine
Ama
bu hataya düşülür cahillikte
Küçücük
bir yürekle
Kocaman
sevmek ne haddine dünyayı
Anılar gittikçe daha çok can yakıyor
Bir azarlanmayla ölümü düşündü çocuk
Bayram sabahı ağlıyor
Kim ne derse desin ben bu pazartesini ateşe
veriyorum
Yeniden dünyaya gelmek için çıkardığım yangında
Yeni
kalkmış Medine’den bir çift turna
İstanbul’a gelir kona kalka
Bir kanadında kelime-i tevhid işlemeli altın halka
Gümüşünde salavat
Boğaziçi’nde bir rıhtım
Vapuru eksik olur mu
Hava hafiften soğuk
Dedemin eski lacivert hırkası üstümde
Bu aralar ellerim hep üşüdü benim
Kulak memelerim ve burnum sızladı
Deniz katran huysuz
Balık kokulu bu havayla dolu ciğerim
Büyüklerimin yürüyerek geçtiği boğazı
Kayıkla geçtim kaç kez
Bir nefeste çıkarım Cağaloğlu yokuşunu
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yirmi dört saat açık
Asya ve Avrupa derinden akıyor birbirine
Dede Efendi çalmıyor hayır eski plakta
Öyle bir çıkıyor ki karşıma Osmanlı gözler
Her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi
Az kalsın unutuyormuşum gibi
Hissediyorum atalarımı
Haraç mezat satılmakta
Bir padişahla sultan eksik yatakta
Fenerbahçe’de yan gelip yatmış birkaç dünya yıldızı
Biri okuyucu biri şair iki garip
İstiklal Marşı gelir
Ölüm bile
Ne
Londra’ya düşer yolları ne Washington’a
Umurlarında
değil Paris Berlin Pekin ve Moskova
Gökyüzü
gibi şu kardeşlik hiçbir yere gitmiyor
Ne
çıkar batılılar doğuluları anlamasalar da
Uçaklar çöllerin denizlerin üstünden geçmektedir ama
Gözünü
korkutamaz turnaların hiçbir uçak
Televizyonda
Amerikan kovboyları
Eller yukarı
Dünden
teslim olmuşum hayret
Yabancı
savaş gemsi
Karaköy
limanında kibir abidesi
Boğaza
demir atmış kaç yıldır
Titiz
kaydedilmektedir olan biten herkes adına
Şehrimizde
stres atıyor fil ordusu
Ne
gelir elimizden iyi vatandaş olmaktan başka
Gürültü
balık ağı
Örümcek
ağı da bulvar ışıkları
Sol defterde İstanbul eğleniyor yazar
Beygir
çatlatma fırsatı verilir
Zamanla
yarışanlara
Beden
değiştirdim her fotoğrafta
Ar
damarı çatlatma tehlikesinden hiç bahsedilmedi
Çöpe attım aymazlık
kabuğu kıyafetleri
Her tören sonunda
Bazen arkana bile
bakmadan
Kalbini başını alıp
gitmek istersin
Öyle her şeyi geride
bırakmana falan da gerek yok
Pişmanlıkları
bırakabilsen yeter
Bakmayın etrafımda
çok polis dolanmasına
Aklı karışık yüreği karanlık
sessiz
Sürülmüş bir padişahım
aslında
Dalyanda
tarihi
tiyatroda buluyorum gençliğimi
Liman
yönünden görünümüne gülüşüm kocaman yama
Kollarım
yana düşmüş alçı sargılı
Sakalım
kırk tane orkinos
Sormayın
artık her karşılaşmada nasılsın diye ey eski tüfekler
Adet
olmuş iyiyim demek
Kötüyüm
ben hem de çok kime ne
Kalbimden
başlıyorum uyanmaya
Göz
kapaklarım gürültüsüz
Yavaş
aralanıyor alacakaranlıkta
Sisler
hala dağılmamış
Vapurla
geçemem belki
Tabutu
almazlar
Kapısını
çarpıp çıktım yirminci asrın
En
karanlık köşesinde şuuraltımın
Sedef
kakmalı tombul bir ut
Parkta
dinliyorum Tanburi Cemil Bey’i
Sonra
elimde nargile
Gözümün
önüne paslı peygamber kılıçlarını getiriyorum
Saray
parçası dört başı mamur bir harem odasını
Hayal
perdesi yıkılıp kaldırıma düştü
Fatih’te
akşam üstü
Petrol
lambasını boşa yaktım
Saymayı
bıraktım oysa kara günleri
Gerinip
duruyor Beykoz’da dolunay
Kur’an
sayfaları arasında kurumuş
Sarı
yapraklar sevgilerim felçli yanımda
Diğer
yanımda acılarım
Sigara
paketine yazılmış şiirler
Allah’ın
bana verdiği bu ödülden çıldırıp
Yitmemek
için iki yolcu kaldım ben
İstanbul
deyince bir çocuğun aklına
Kapalıçarşı’dan
çok Sultanahmet gelir
Ezanlarla
kol kola
Camilerde karasevda havası
Avizelerde yağ lambası
İsli cılız ışık
Kendi aşk hikayesine tutulmuş
Alevle oynaşan
Bir fitilim ben
Bir
dağdan define çıkarır gibi
Sevmek
yazılı alnıma
Müminin
müminden başka dayanağı yok
Yalnızlık
bile
Allah’ın
varlığı bilindikçe
Bir
anlama kavuşuyor
Bir
mektup değil
Unutulmuş
bir sevdadır kapımı çalan
Hadi
uç kalbim ey cihangir
Ey
okyanusta damla
Yarısı
balık yarısı köpük
Seher
deme git
Hadi
aklım ey kraliçe
Ey
kum tanesi çölde
Yarısı
kuş yarısı çiçek
Elbette
bir ustalıktır dervişlik
Mutlu
bir yolcudur
El
sallar yol kenarlarındakilere
Fikri
çok uzaklara gönderip
İçindeki
ateşe atlamaktır
Durmadan
saate bakmak.
Sökülün turnalar Eyupsultan’dan
Bir
koşuda varın Kudüs’e
Biriniz
Bağdat’a gitsin
Biriniz
Şam’a
Doluşun Mekke’ye katar katar
Kabe’ye dökülün
Batıdan
doğuya sevmişim ben
Ta
Cava Adası’na kadar Cebeli Tarık’tan
Otobüs
camlarından tarıyorum yeryüzünü
Asfalt şerit hiç dolaşmadan akmaktadır önüme
Nil
boyu
Dicle
Fırat arası
Maveraünnehir
Nabzının
en iyi dinlendiği yerler camilerdir milletimin
Yurdu
övmeye
Tükenmez
kalem elimde
Her
şehrin payı var derdimde
Hiçbir
dilde söylenmemiş bu şarkıda bitireceğim ömrümü
(Dil
ve Edebiyat, Mart 2013, Sayı:51.)