15 Mart 2013 Cuma

HİCAZ TURNALARI





Yolculuğum bir göz açıp
Kapama elli yıl 
Vapur sirenleri
Sabah ezanlarına karışmakta
Üsküdar’da iskeleyi sis sarmış
Kaç kez ver elini Haydarpaşa demişim kim bilir
Kaç kez trende unuttum tahta bavulumu
Andaçlar öyle gitti ve mektuplar
Eşref saatimde diyorum ki
Her seferinde İstanbul’dan bin bir parça
Hayal kırıklığı götürmemi kafama takmamalıyım
İçim dumanlıyken de diyorum ki önce Boğaziçi’ni
İskeleleri yüzyıllık çınarları
Kubbeleri gönlümden atmalıyım
İçimde turnaları uyanmış Mekke’nin Medine’nin
Yerli yerinde kıtalar denizler
Demir köprülerden geçmiştir trenler  
Kar altındaki bir bozkır köyünde gece
Bir elin parmakları kadar evin ışığı yanmıştır
Alnım dayalı diye pencerede
Bu yüreğe bu kadar acı fazla dersin bazen kendine
Ama bu hataya düşülür cahillikte
Küçücük bir yürekle
Kocaman sevmek ne haddine dünyayı
Anılar gittikçe daha çok can yakıyor
Bir azarlanmayla ölümü düşündü çocuk
Bayram sabahı ağlıyor  
Kim ne derse desin ben bu pazartesini ateşe veriyorum
Yeniden dünyaya gelmek için çıkardığım yangında


Yeni kalkmış Medine’den bir çift turna 
İstanbul’a gelir kona kalka
Bir kanadında kelime-i tevhid işlemeli altın halka
Gümüşünde salavat
Boğaziçi’nde bir rıhtım
Vapuru eksik olur mu
Hava hafiften soğuk  
Dedemin eski lacivert hırkası üstümde
Bu aralar ellerim hep üşüdü benim
Kulak memelerim ve burnum sızladı  
Deniz katran huysuz
Balık kokulu bu havayla dolu ciğerim
Büyüklerimin yürüyerek geçtiği boğazı
Kayıkla geçtim kaç kez 
Bir nefeste çıkarım Cağaloğlu yokuşunu
Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yirmi dört saat açık
Asya ve Avrupa derinden akıyor birbirine
Dede Efendi çalmıyor hayır eski plakta
Öyle bir çıkıyor ki karşıma Osmanlı gözler
Her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi
Az kalsın unutuyormuşum gibi
Hissediyorum atalarımı 
Haraç mezat satılmakta
Bir padişahla sultan eksik yatakta
Fenerbahçe’de yan gelip yatmış birkaç dünya yıldızı
Biri okuyucu biri şair iki garip
İstiklal Marşı gelir
Ölüm bile
Ne Londra’ya düşer yolları ne Washington’a 
Umurlarında değil Paris Berlin Pekin ve Moskova
Gökyüzü gibi şu kardeşlik hiçbir yere gitmiyor
Ne çıkar batılılar doğuluları anlamasalar da
Uçaklar çöllerin denizlerin üstünden geçmektedir ama
Gözünü korkutamaz turnaların hiçbir uçak 
Televizyonda Amerikan kovboyları
Eller yukarı
Dünden teslim olmuşum hayret
Yabancı savaş gemsi
Karaköy limanında kibir abidesi
Boğaza demir atmış kaç yıldır
Titiz kaydedilmektedir olan biten herkes adına  
Şehrimizde stres atıyor fil ordusu
Ne gelir elimizden iyi vatandaş olmaktan başka
Gürültü balık ağı
Örümcek ağı da bulvar ışıkları
Sol defterde İstanbul eğleniyor yazar
Beygir çatlatma fırsatı verilir
Zamanla yarışanlara
Beden değiştirdim her fotoğrafta 
Ar damarı çatlatma tehlikesinden hiç bahsedilmedi 
Çöpe attım aymazlık kabuğu kıyafetleri
Her tören sonunda
Bazen arkana bile bakmadan
Kalbini başını alıp gitmek istersin
Öyle her şeyi geride bırakmana falan da gerek yok
Pişmanlıkları bırakabilsen yeter


Bakmayın etrafımda çok polis dolanmasına
Aklı karışık yüreği karanlık sessiz
Sürülmüş bir padişahım aslında
Dalyanda tarihi tiyatroda buluyorum gençliğimi
Liman yönünden görünümüne gülüşüm kocaman yama 
Kollarım yana düşmüş alçı sargılı
Sakalım kırk tane orkinos
Sormayın artık her karşılaşmada nasılsın diye ey eski tüfekler
Adet olmuş iyiyim demek
Kötüyüm ben hem de çok kime ne
Kalbimden başlıyorum uyanmaya
Göz kapaklarım gürültüsüz
Yavaş aralanıyor alacakaranlıkta
Sisler hala dağılmamış
Vapurla geçemem belki
Tabutu almazlar
Kapısını çarpıp çıktım yirminci asrın
En karanlık köşesinde şuuraltımın 
Sedef kakmalı tombul bir ut
Parkta dinliyorum Tanburi Cemil Bey’i
Sonra elimde nargile
Gözümün önüne paslı peygamber kılıçlarını getiriyorum
Saray parçası dört başı mamur bir harem odasını
Hayal perdesi yıkılıp kaldırıma düştü
Fatih’te akşam üstü
Petrol lambasını boşa yaktım 
Saymayı bıraktım oysa kara günleri
Gerinip duruyor Beykoz’da dolunay
Kur’an sayfaları arasında kurumuş
Sarı yapraklar sevgilerim felçli yanımda
Diğer yanımda acılarım
Sigara paketine yazılmış şiirler
Allah’ın bana verdiği bu ödülden çıldırıp
Yitmemek için iki yolcu kaldım ben



İstanbul deyince bir çocuğun aklına
Kapalıçarşı’dan çok Sultanahmet gelir
Ezanlarla kol kola
Camilerde karasevda havası
Avizelerde yağ lambası
İsli cılız ışık
Kendi aşk hikayesine tutulmuş
Alevle oynaşan
Bir fitilim ben
Bir dağdan define çıkarır gibi
Sevmek yazılı alnıma
Müminin müminden başka dayanağı yok
Yalnızlık bile
Allah’ın varlığı bilindikçe
Bir anlama kavuşuyor
Bir mektup değil
Unutulmuş bir sevdadır kapımı çalan  
Hadi uç kalbim ey cihangir
Ey okyanusta damla
Yarısı balık yarısı köpük
Seher deme git
Hadi aklım ey kraliçe
Ey kum tanesi çölde
Yarısı kuş yarısı çiçek
Elbette bir ustalıktır dervişlik  
Mutlu bir yolcudur
El sallar yol kenarlarındakilere
Fikri çok uzaklara gönderip
İçindeki ateşe atlamaktır
Durmadan saate bakmak.
Sökülün turnalar Eyupsultan’dan  
Bir koşuda varın Kudüs’e
Biriniz Bağdat’a gitsin
Biriniz Şam’a 
Doluşun Mekke’ye katar katar  
Kabe’ye dökülün
Batıdan doğuya sevmişim ben 
Ta Cava Adası’na kadar Cebeli Tarık’tan
Otobüs camlarından tarıyorum yeryüzünü
Asfalt şerit hiç dolaşmadan akmaktadır önüme
Nil boyu
Dicle Fırat arası
Maveraünnehir
Nabzının en iyi dinlendiği yerler camilerdir milletimin  
Yurdu övmeye  
Tükenmez kalem elimde
Her şehrin payı var derdimde
Hiçbir dilde söylenmemiş bu şarkıda bitireceğim ömrümü


(Dil ve Edebiyat, Mart 2013, Sayı:51.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

MAVERA KERVANI

Barış çetrefil Kardeşlik güller şehridir Kitaba bakılır her adımda Mühürlü haber tartılır kuşlarla çiçeklerle Sarı sessizlikten muşt...